29 Temmuz 2007 Pazar

Üstad Behiç Pek Röportajı.

'Komikliği kâğıt üzerinde yapıyorum’

H.SALİH ZENGİN
Behiç Pek! İsmini duyunca onu hatırlamayacak insan pek çıkmaz gibi. Gırgır Dergisi’nde yazdığı Muhlis Bey kadar Zalak Mahmut tiplemesinden de tanıyacağınız ünlü çizer, şu an Leman Dergisi bünyesinde çalışmalarını, kendi deyimiyle patates burunlar yaptığı ‘çocukluğunu’ devam ettiriyor.
Çizgilerindeki ince esprilerini hayatına da yansıtan Pek, kendisini çizerden çok yazar olarak görüyor. Mizah dergilerinin okul olmaktan çıktığını belirten ünlü karikatürist “Belden aşağı espri yapmak kolay bir yol. Benim için sahiden espri bulmaya çalışmak daha çekici bir şey.” diyor. Pek, genç karikatüristlerle arayı kapatmak için çok daha fazla çalıştığını da belirtiyor.

Zamanında ‘Samatya’nın yarısını dedeme vermişler, ama almamış’ gibi bir abartılı hikâye sonucu mu bulaştınız mizaha?

(Gülüyor) Karikatürcülüğüm Gırgır dönemiyle başladı. Gırgır demek, mizahın halka açılması demekti. Önceki dönemlerde bu iş biraz da seçkinlere ait gibi bir şeydi. Gırgır’ı Gırgır yapan şey, okuyanların kenar mahallelerden gelen insanlar olmasıydı. Benim ailem işçi ailesi. Babam ben ufakken rahmetli olmuş, hiç tanımadım. Saatçilik yapıyormuş. Ağabeylerimden biri İETT’de çalışır, diğeri balıkçılık yaptı. Gırgır’ın ruhu çekiciydi benim için.

Gırgır’ın kapısına elinizdeki eskizlerle mi dayandınız?

Küçük yaştan beri resim yapmayı seviyordum, bir yandan da mizah okuyucusuydum. Sırf merakla yaptım ilk. ‘Bakalım beğenecekler mi bir götüreyim’ dedim. Oğuz Abi ve Pişmiş Kelle’de beraber çalıştığımız Engin Ergönültaş baktı karikatürlerime. ‘Olabilir, gene gel sen!’ dediler. Sonra yayınlanmaya başladı. Lisedeydim ve ilk defa para verdiler. Karikatürcü olayım diye düşünmüyordum yani. Sonra Güzel Sanatlar’a girdim. Bitiremedim ama. Karikatürü meslek edinince sanki gerekmedi gibi bir şey oldu.
Üniversiteyi don lastiği gibi uzattıkça uzatmak çizerliği besleyen bir şey mi?
Bir yandan da askerliğini ertelemek, gitmemek için yapıyor insan bunu. Aslında diplomamın olması iyiydi; ama baktım ki ben bu işi daha ciddi yapıyorum, çizerliği tercih ettim.
Çocukluğunuz taşlı-sopalı mahalle kavgalarıyla geçmiş. 12 Eylül dönemiyle pişti yapan üniversite hayatınızda bu tecrübeler işe yaramadı mı?
Kavgacı bir insan değilim zaten. Bizim okul göreceli olarak daha sakindi. Kavga olurdu, ama basit geçerdi. Taşlarla, sopalarla kimse kimseyi dövmedim desem yeridir.

Behiç Pek karikatür camiasında ‘Behiç Abi’ olarak anılıyor. Bu abilik pâyesini almak kolay olmasa gerek?

Valla bunun yaşla ilgili olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler) Aslında karikatür, mankenlik gibi, futbolculuk gibi genç yaşta yapılması gereken bir meslek. Ben de daha etkili olan işleri gençken yaptım. Şu an elli yaşındayım.

Siz yeniliği gözeten bir çizersiniz ama...

Evet, bir çaba sarf ediyor insan. Fazla çalışıyorum o arayı kapatabilmek için. Belli bir yaştan sonra insanın zekası yavaşlamaya başlıyor.

Sayfalarca anlatılabilecek bir şeyi tek bir karede anlatabilmek hayata bakışınızda size ne kattı?
Hayata daha yumuşak bakmaya başladım. Bu, yapımla da alakalı. Aslında karikatür biraz saldırgan olmayı da gerektiriyor. Benim yaptığım şey dengede duruyor. Her şeye şaka gibi bakarsanız hiçbir şey batmıyor. Günlük hayatta da böyle. Dışarıdan bakınca ciddi bir adam gibi görünüyorum. Komikliği dışarıda değil kağıt üzerinde yapıyoruz.

Dikkat ediyorum da bütün çizerler gibi içe kapanık ve az konuşan birisiniz. Geriyor muyuz sizi abicim?

Karikatürcüler aslında asık suratlı değil. Dışarıdan öyle görünüyor. Tersine çok eğlenceli şeyler konuşuluyor, burada herkes çocuk gibi. Çocukça bir şey aslında yaptığımız: Büyük burunlu insanlar çizmek falan. Dışarıda tam öyle olamıyorsun. Kendi hesabıma kokarım dışarıda öyle görünmeye... Bu bir savunma. Ben de öyle durarak kendimi kurtarıyorum. Dışarıda kendi gerçek halimle dolaşsam döverler belki de.

İki çocuğunuz var. Karikatür balonlarıyla mı oynuyorlar yoksa kendi balonlarıyla mı?

Küçük yaştan beri içinde oldukları için seviyorlar; ama fazla da ciddiye alırlar mı bilmiyorum. Beni beğeniyor gibiler; ama inanmıyorum çok. İltimas geçiyor olabilirler. (Gülüşmeler)
Sizin gibi hem yazan hem de çizen kişi sayısı az. Hangisi daha baskın sizde?
Kendimi çizer takımına sokmuyorum. Kendi derdimi anlatacak kadar çiziyorum. Yazı daha yakın geliyor.

Nedense belden aşağı ve argo olmadığı müddetçe espri komik sayılmıyor? Sizin çizgiler bu tuzağa neden düşmedi pek, Sayın Pek!

Belden aşağı olunca ilgi çekiyor tabii, ilgi göreceği de kesin. Yasak konular şaşırtıcı oluyor. Bazen onun yerine geçecek laf bulamadığınızdan küfür falan gerekiyor. Ama bu kolay bir yol. Benim için sahiden espri bulmaya çalışmak daha çekici bir şey.

Hayatta gereksiz tarama ve takıntılarınız var mı? Mesela ‘Kahraman Masa Esat’ bant karikatürünüz belki de bir takıntıdır...

Bütün çizerler kendi ruhu gibi oraya yansıyordur. Belki ‘Masa Esat’ bana benziyordur. (Gülüşmeler) Yalnız orada duruyor filan. İnsan kendini öyle hissediyordur. Masa olmadan olmaz bizde. Masa ile bütün gün baş başa olunca akraba gibi oluyorsun.

Rüyada espri görüyor musunuz?

(Gülüyor) Rüyamda espri buluyorum; ama uyanınca onun espri olmadığını anlıyorum. Çok güldüğüm şey, meğer sıradan bir bardakmış. Arada sırada sahici karikatür de bulunuyor tabii.

Eliniz olmasa ne yapardınız?

(Düşünüyor) Onu bilemiyorum. Çok fena bir şey olur herhalde. Allah kimsenin başına vermesin. Çocukluğum futbolla geçti. Mahalle aralarında çok top oynadım. Şimdi ‘boşa geçirdiğim zamanlar’ olarak bakıyorum. Keşke o kadar zaman ayırmasaymışım.

Çizgiden top çeviren futbolcu oluyor da, toptan çizgi çeviren karikatürist neden olmuyor?

(Gülüşmeler) Olabilir tabii ki. Eskiden Gırgır’da herkesi ilgilendiren karikatür yapılıyordu. Futbol sayfası vardı. Magazin de yapılırdı eskiden; ama şimdi dergilerde, televizyonlarda bolca olunca o da yapılmıyor pek. Çok yapılmayan şeyi yapmaya çalışıyoruz.

Behiç Pek gibi bir de Behiç Ak isimli bir çizer var. İsimleri aynı olan ‘ak pa(e)k’ iki çizersiniz. Karıştıran oluyor mu?

Eskiden daha çok karıştırıyorlardı. Gırgır zamanları onun mektupları bana gelirdi, geri ona gönderirdim.

Leman’ın politik bir duruşu var. Bu, sizin o sakin duruşunuz ile zaman zaman çelişiyor mu?

Dergide her türlü insan var, kimsenin kimseden beklentisi yok. Bir arada olunabiliyor yani. Benim katılmadığım şeyler oluyor tabii. Benim çizdiklerime de katılmayan vardır. Çıkan şey, herkesin ortak tavrı değil.

Leman’dan kopan çizer grubuyla görüşüyor musunuz? Şimdi onlar size rakipler…

Öyle bir şey var tabii. Gırgır döneminde Hıbır ekibi çıkmıştı. İster istemez bir rekabet oluyor. Piyasada Penguen ve Leman rakipler. Ama biz çizerler olarak çok değilse bile görüşebiliyoruz. Kavgalı değiliz. Kimseyi rakip olarak görmüyorum. Komikse zevk alıyorum, alıp gülüyorum.

Çizerlikte usta-çırak ilişkisi bitti mi?

Eskiden her şey daha çok ciddiye alınırdı, mizah da. Gırgır Dergisi bir okul gibiydi. Oğuz Aral, çok büyük zamanını çizerlere ayırır, kelime kelime incelerdi. Defalarca elden geçirirdi. Şimdi onu üstlenecek insanlar azaldı. Dergiler öyle bir şey olmaktan çıktı. Öyle bir eğitimi sıkı bir şekilde almak insanların kafasında yok bir kere.

Yıllar sonra Latif Demirci ile çizdiğiniz Muhlis Bey’i albüm olarak yayınladınız. Bugünün gençlerine ne söyler Muhlis Bey?

Daha önceki kolay anlaşılır Muhlis Bey’e bakıyorum da bugünün kimi mizah okuyucusuna çok basit ve ilkel gelecek çok şeyler var. Ufak çocuklar eğleniyorlar şimdi ona bakarken. Gençler ne der bilmiyorum? Onu hatırlamak isteyenler alır diye düşündük.

Muhlis Bey şu an yaşasa yine Fener’i tutar ve Turgut Özal gibi Cumhurbaşkanı Sezer’i sever miydi?

Şimdi ne yapardı? (Düşünüyor) Aramızda da konuştuk Latif’le onu ama iyice içselleştirmek lazım. O zamanlar 12 Eylül dönemi vardı ve her şey yasaktı. Gazete duvarlarında bu konular yazılmayacak diye liste vardı. Muhlis abuk-sabuk bir adamdı, ne dediği anlaşılmadığı için her şeyi söyleyebiliyorduk.

s.zengin@zaman.com.tr