16 Kasım 2011 Çarşamba

BETON ADAM YİNE İŞ BAŞINDA


Beton adamın insanları betona boğup öldürmesi için ille de deprem olması gerekmiyor.
Örneğin bugün Tokat'ta Anadolulisesi öğrencisi bir genç kız yolda yürürken kafasına düşen beton parçası yüzünden öldü.
Tokattaki Haberin detayı

İstiklal caddesinde yürüyen bir üniversiteli kızın da başına benzeri bir olay gelmiş (veya düşmüş) kendisi aylarca komada kaldığı halde inşaat sahibi betonmenler ufak bir cezayla yırtmıştı...

Birbaşka olaysa çok yakında bir abimin başına gelmişti. Öğrencisi olmaktan herzaman onur duyduğum, bana göre yaşayan en büyük mizah dehalarından biri olan Behiç Pek'in evine, yanda inşaat yapanların  güpegündüz patlattıkları  duvardan bir ton kadar yaş beton dolmuştu...



Aslında bu haberleri arkaarkaya sıralamanın bir anlamı yok elbette. İnternete "İnşaattan" "kafasına" filan yazın onlarca haber çıkıyor. Benim bu yazıyı yazmamdaki amaç da başka zaten. Çocukken bizim evin de 300 içine zçtı, hayatımızı karattıydı herifler. (Bkz Civciv kutusu) . Ama resmen karattılar yani. Henüz 8 yaşındayken adateletin, müteahhidin, belediyecinin ne demek olduğunu çok ağır öğrendim. Erken öğrendiğim iyi olmuştur belki, o yüzden mizahçı oldum mesela, hatta İTÜ yü bitirip inşaat mühendisi diploması aldım. Ama anladım ki mühendis filan da olsan yirdi seni o beton adamları. O yüzden, sadece Oğuz Atay'la Mustafa İnan'la aynı sınıflarda okumanın güzelliğiyle yetindim, hiç mühendislik yapmadım...
Neyse, uzun. Birden kendimi yaşlı bile hissettim o yüzden vaktiyle bu herifleri anlattığım (Hatta sadece bunları anlattım ben) bir öykü, koyayım dedim. Zaman işte, hep aynı şeyler ve açıkçası ben yazmaktan yoruldum artık. Ne kadar daha yazarım bilmiyorum. Ama fermanımdır, yedi düvelde yetmişyedi milletin bu beton ruhlu pzevenkliklerini siz de yaşadıkça kulaktan kulağa anlatın. Öyle ibiş gibi baret giyip inşaat tepelerinde ufuklara bakarak "daha nereyi iğfal etsem acaba" diye bakınırkenki  filinta kılıklarına aldanmayın. Anlayın, anlatın. Çünkü ben biliyorum muhakkak bir faydası olacak.


ÖYKÜ: ÇOCUKKEN HERKES CENNETTE OTURUR

Alkollü olduğu her halinden belli olan bir taksi şöförüyle, E-5 karayolunda, kamyonlar arası slalom yaparak eve dönüyorduk. Şöföre “Az yavaş be ustacım, acelemiz yok” dedim. Şöför “Ne farkedicek ki hocam” dedi, “ölü veya diri, bi şekilde gidicez işte cennete”... Doğruydu ya, ben Cennet Mahallesi’nde oturuyordum... İyi bir adamdım... Sarhoşlar iyi kalpli olurdu... İki tane iyi adamdık. Bir şekilde giderdik Cennet’e...


Şimdi daha yavaş gidiyoruz. Bana sigara uzatırken “Ne iyi, dünyadayken kapmışsın Cennet’ten mekânı” dedi. Cevap vermeyip de uyusam ben... Ayıp olur ama. Hem, yıllardır Küçükçekmece minibüslerinde döner bu Cennet geyiği. Muhabbet için fazla bir efor sarfetmem gerekmiycek. Sigarayı yakarken “Adı öyle kalmış bizim mahallenin, esasen daha çok cehenneme benziyo” dedim. Uzunları yaktı... Çobançeşme Kavşağı’ndayız. Çeşmeye benzer bir şey zaten yok. Çobanı da bir AS 900 kamyon ezmiş olmalı. Üstüne gazete kâğıdı örtmüşlerdir, bir köşede yatıyodur şimdi öylece... Tekrar kısa huzmeli farları yaktı. Yine epey hızlı gidiyoruz... “Olsun yine de güzel ismi” dedi.

“Ben Horhor’da oturuyorum mesala”. Dikiz aynasından gülüyor muyum diye bana bakıyor. “Haa nasıl, komik isim di mi? Ama olsun, gene iyi sayılır. Maltepe’de Başıbüyük diye bi semt var, iyi mi?” Arkamızdaki araba sellektör yapıyor. Şöför, benimle konuşmayı kesip, arkadaki aracın sürücüsüne homurdanmaya başladı: “Ne len ne? Nereye gidicen, al geç!”... Kenara çekildik. 4X4 kocaman siyah bir jip hızla geçip gitti.

Şimdi bizim şöför de jipin arkasından sellektör yapıyor. “Şuna bak uçarak gidiyo” dedi... “Uç... Uç... Annen sana terlik pabuç alıcak, eşşoğleşşeğin evladı!”

Jip gözden kayboldu... “Neydi o ööle abi, kapkara, ‘şeytanın arabası’ gibi... Şimdi çok var bu jiplerden yollarda. Gastede yazıyodu Susurlukçular’ın alayı bu kara jiplere biniyomuş. Çok para tabi... Ama dikkat et bak, sizin mahallede hiç yoktur bunlardan” dedi. Düşündüm, gerçekten de hiç görmemiştim... “Eee olur mu abi, ‘şeytanın arabası’ nası girsin Cennete?” Güldüm...

Oysa ben yıllarca Cennet’te bir şeytanın oturduğuna tanıklık etmiştim. Yalnızca bir şeytan. O zamanlar her mahalleye bir şeytan düşüyordu. “Her mahallede bir milyoner” olacaktı. Üstelik bizim şeytan cennetin göbeğine, ilk apartmanını “Mal sahibi Cenab-ı Allah” diye dikmişti. İnşaatın önüne astığı tabelada aynen böyle yazıyordu. Bu tabelanın gazetede çıkan bir fotoğrafını yıllarca saklamıştım. “Her yazarın anlattığı tek öykü vardır aslında.” Benimki de buydu... Mahalledeki şeytanının kurnaz belediyecilerle bir olup her biri hâlen “ruhsatsız” onlarca apartman dikişini izledim. Ağaçları kestirdiğine, insanları “karakola çektirdiğine”, birer ikişer yok ettiği küçük evlerin öykülerine tanık oldum.

Geçenlerde gazetede Türkiye’nin “ölüm noktaları” arasında Cennet Mahallesi de vardı. Karayollarındaki ölümlü trafik kazalarının en çok olduğu yaklaşık bin noktadan biri. Ben katilin kim olduğunu biliyordum. Yalnızca bu şirin beldenin sakinlerinden biri olarak değil, “trafikten bitirme vermiş bir mühendis” olarak da biliyordum. Şeytanın vaktiyle karayolu sınırına diktiği apartmanlar oraya asla bir “köprülü kavşak” yapmaya izin vermezdi. Alayını yıkmak gerekliydi... Pahalı olurdu...Çok insan ölürdü...

Ya, O... Yani bizim mahallenin şeytanı. Öldü mü, bilmiyorum... Gerçi, ben Civciv Kutusu’nu yazarken öldürdüm O’nu. Ama belki az önce uçarak giden “şeytan arabası” kara jipin içindeydi... Belediyecilerle rakı içmekten dönüyordu. Ölüm noktası... Kara jip orda bir kazaya uğrar mı peki? Bence geçip gitmiştir, çünkü o noktayı oraya koyan kendisi. Yerini çok iyi biliyor olmalı...

Ama şimdi... Biliyorum, Civciv Kutusu ne ki, çok daha acıklı öyküler anlatıyor zaman”. Üstelik, ben Şeytan’ın apartmanlarında gördüm, Sıdıka’yı, Eray’ı, “mahalle arası ninjası, dövüş sanatçısı” Baturalp Dinçdarı’yı... Şeytan, bana cennetin öyküsünü bırakıp arabasına bindiği gibi başka yerleri haklamaya gitti. Ve ben... Bazen, bu öyküyü anlatırken yaşlandığımı hissediyorum...

Gelmişiz... Şöför paraüstü verirken: “Bakma sen, güzel yerde oturuyosun gene” dedi... “Sadece adı için bile oturmaya değer... Horhor’dan iyidir”... Gülerek “heralde öyledir” diye yanıtladım. “Ama çok da farketmez... Çocukken herkes cennette oturur zaten...”